30 Yıldır Açık, 30 Yıldır Gezegenimizin Yanında

-
Aa
+
a
a
a

Dünya Mirası Adalar'da Derya Tolgay ve Nevin Sungur, Açık Radyo’nun 30., Apaçık Radyo'nun 1. yaşını sivil toplumun öncüleri ve düşünürleriyle ve yolu Adalardan geçen, radyomuzu bugünlere taşıyan Ömer Madra’nın okul arkadaşları Gündüz Vassaf, İlhan Nebioğlu, İbrahim Betil ve Ahmet Aykaç ile birlikte kutluyor.

""
30 Yıldır Açık, 30 Yıldır Gezegenimizin Yanında
 

30 Yıldır Açık, 30 Yıldır Gezegenimizin Yanında

podcast servisi: iTunes / RSS

Derya Tolga: Merhabalar, Dünya Mirası Adalar programına hoşgeldiniz, ben Derya Tolgay.

Nevin Sungur: Ben Nevin Sungur, herkese merhabalar.

D.T.: Teknik masada Andrei Gritcu ve destekçimiz Şeref Erkayhan'a da çok teşekkür ediyoruz.

30 yıldır açık, 30 yıldır gezegenimizin yanında Apaçık Radyomuzun doğum gününü kutluyoruz bugün ve Apaçık Radyomuz 30 yaşında. İyi ki doğdun!

N.S.: 30 yıldır bu radyoda karanlığa karşı söz kuruldu, unutulana ses olundu. Sansürün gölgesine rağmen insanlar burada birbirini bulmayı öğrendi. Bu mikrofon sadece yayın yapmak için değil, itiraz etmek için, dayanışmak ve hatırlamak için de var. Bu fırsatla Ömer Bey başta olmak üzere biz programcılara yol açanlara, sesini eksik etmeyen Apaçık Radyo programcılarına ve bu frekansa tutulan herkese yani Apaçık Radyo dinleyicilerine çok çok çok teşekkür ediyoruz. Sesimiz birbirimizi duymaya devam ettikçe yolumuz uzun diyelim.

D.T.: Evet, bugün galiba biraz teknik sorun yaşıyoruz, zoom üzerinden linklerimizde bazı karışıklıklar oldu. Bugün çok kıymetli konuklarımız var ve hepsi de sivi toplumun öncüleri, düşünürleri. Tabii yolu adadan da geçiyor bu konuklarımızın. 30. yıla özel bir Dünya Mirası Adalar programı yapmak istedik ve Ömer Madra'nın kıymetli okul arkadaşlarını davet ettik. Hepsi kabul etti, çok teşekkür ediyoruz. Kimler? Gündüz Vassaf, İlhan Nebioğlu, İbrahim Betil ve Ahmet Aykaç.

Apaçık Radyo'nun bu 30 yıllık hikayesi yalnızca bir radyo serüveni değil elbette; bir taraftan fikirle, vicdanla ve eylemle örülmüş bir aktivizm tarihini de günümüze taşıyor radyomuz. Bu ruh, bizim Dünya Mirası Adalar girişiminin oluşmasını da başlattı ve programa da böylece taşındı dokuz sene önce, dokuz senedir de sürmekte. 


Gündüz Vassaf, program öncesi konuşurken bana hatırlattı; biz, 2019 yılında ‘İKSV Adaların Sesleri’ etkinliğine katılmıştık Dünya Mirası Adalar programı ve o zaman Açık Radyo olarak. Adaların Sesleri söyleşisi, canlı yayın ve sergi etkinliği ile tıpkı Apaçık Radyo gibi sesin nasıl bir eylem biçimi olabileceğini göstermişti bize. Bugün de Ömer Madra'nın öncülük ettiği o apaçık aktivizm ruhuyla ve onun Adalı dostlarıyla birlikte olmaktan biz çok mutluyuz. 

N.S.: Çok çok teşekkür ediyoruz katıldığınız için tekrar, hoşgeldiniz. 

Konuklar: Hoşbulduk, teşekkürler. 

D.T.: Gündüz bağlandı mı acaba? Onun bir önerisi olmuştu ama o bağlanana kadar isterseniz başlayalım. Aktivizm dedik; bizim son aktivist eylemimiz yetimhane ile ilgiliydi. İlhan burada sözü sana vermek isterim, birazcık bu konuya değinmek ister misin? 

İlhan Nebioğlu: Tabii ki değinirim. Herkesin bildiği gibi, Ada’daki Rum Yetimhanesi uzun bir zamandır köhne bir haldeydi, yıkıldı yıkılacak haldeydi, artık son tahta parçasındaki çiviyi çekseniz yıkılacak hakikaten. Bunun üzerine Derya sağolsun müthiş bir kampanya başlattı ve bir takım önerilerde bulundu. Bunun üzerine hepimiz aktivist bir rol aldık. Aktivizm deyince Ahmet Aykaç'ın, Gündüz'ün, İbrahim'in ve bilhassa Ömer'in yanında ben çırak sayılırım. Fakat ben de elimden geldiği kadar yardım etmeye çalıştım. 

Pattrikhane, yetimhane binasının yıkılacağını ve otel yapılacağı şeklinde bir karar almış ve bu karar da Türkiye'deki Rum derneklerinin başkanı ve aynı zamanda yakın dostumuz Laki Vingas tarafından açıklandı. Ben sağa sola protesto yazıları yazdım, Europa Nostra nezdinde bir protestoda bulundum. Europa Nostra biliyorsunuz, dünyada ve Avrupa'daki eski eserlerin, kültür mirası olan binaların korunması ile ilgili bir kuruluş. Onlar da burasının katiyetle yıkılmaması ve tekrar restore edilmesi gerektiğini konusunda Patrikhane’ye yazmışlar ve sonunda çok şükür Derya’nın da katkılarıyla sağa sola yazaraktan bunu birazcık dondurduk. 

D.T.: Yok estağfurullah, hep birlikte. 



İ.N.: Öyle, öyle. Şimdi bekliyoruz kararı. Ben devamlı Europa Nostra ile irtibat dahilindeyim.
Bu bir aktivist hareketti hakikaten. Aktivizm deyince buradan ben Ömer'e geçeyim; onun hakikaten bu bağımsız medyayı kurması çok çok önemli. Hatırlıyorum, o zamanlar konuştuğumuzda hep gençlere dönük bir radyo kurmak istediğini anlatırdı, “Gençler dinlemiyor, dinleyecek bir şeyleri yok” diye bir konuşmamız olmuştu. Gençler dinlesin diye bu amaçla kurulduğunu hatırlıyorum ben bu radyonun fakat daha sonra tabii gençlerden bugüne kadar geldik çünkü Ömer, daha o zamanlardan bu medya patronlarının kelepçeli bir mahkumu olmak istemiyordu; Türkiye'nin bu özgürlük davasında, demokrasi davasında insanlığa yardım edecek bir medyası olmasını istiyordu. Büyük bir başarı ile bunu başlattı ve azınlıkların sesi oldu. Geçenlerde galiba Şahin Alpay yazmış, “Ömer Madra iflah olmaz bir aktivisttir” demiş. Ben, tabi Ahmet, İbrahim ve Gündüz'ün aktivizmine hiçbir şekilde örnek olamam, o yüzden de sesi onlara vereyim. 

D.T.: Evet, lütfen. 

Ahmet Aykaç: Senden sonra bu konuda İbrahim'in konuşması lazım.

İ.N.: Çünkü neden? 

A.A.: Hakikaten İbrahim çok önemli aktivist işler yaptı. Özellikle Toplum Gönüllüleri Vakfı (TOG) dediğimiz yapı, inanılmayacak önemli bir yapı. Gerek aktivizmin yayılmasında, gerek var olan gençlerin şu andaki seslerini duyurmasında ve topluma faydalı olmanın sorumluluğunu almaya hazır olmasında çok kritik bir yerde oturuyor TOG. Nasıl oldu da hükümetler kapatmadı diye de hayret etmişimdir yıllarca. 

N.S.: Aman Ahmet Bey, ağzınızı hayırlı açın. 

D.T.: Sivil toplumun öncü isimlerindensiniz İbrahim Bey. Yaşamını dayanışma ve toplumsal aktivizim için adamış birisiniz gerçekten.  

İbrahim Betil: Benimle ilgili mi, yoksa Açık Radyo'yla ilgili mi konuşayım? 

D.T.: Her ikisi de olursa çok seviniriz. 



İ.N.: Mesela şuradan başlayabilirsin; ben seni bir gün hava meydanında bir iskemlede oturduğunu görmüştüm. Ne yapıyordun orada? 

İ.B.: Zaten Açık Radyo oraya gelmişti.

İ.N.: Neydi o? Orada bir aktivizm yapıyordun: Tek başına iskemlede oturmuş bir vatandaş. 

İ.B.: Bir deprem olmuştu. Depremde benim Çin'den bir arkadaşım çadır göndermeye karar verdi. Türk Hava Yolları'yla konuştu ve içinde 20-25 kişinin kalabileceği üç tane çadır göndermiş. O zaman, Atatürk Havalimanı'na geliyordu uçaklar. Ben de oraya çadırları almaya gittim. Dediler ki, “Gümrükten alamazsınız, acil durumdan alacaksınız.” Orada da dediler ki, "Size teslim edemeyiz, Kızılay'a vereceğiz." Dedim, “Kızılay'la ne ilgisi var bunun. Ben istedim". Ama cevap “Veremeyiz.” oldu. Ben de bunun üstüne orada bir eylem yapmaya karar verdim ve basına da bildirdim ve bu arada Açık Radyo’nun da haberi oldu. Gittim oraya oturdum, bir sürü de insan geldi, basından da kişiler geldi. Bir süre sonra havalimanından bir yetkili geldi ve niçin burada oturduğumu sordu. “Çadırlar verilene kadar kalkmayacağım, burada oturacağım” dedim. Bana çadırların Kızılay'a verildiğini söylediler ve ben de “Oradan isteyin o zaman” dedim. “Peki, isteyeceğiz” dediler. Telefon ettiler, Kızılay beni aradı, "Çadırları Gebze'deki depomuzdan alabilirsiniz” dediler. “Buradan aldınız, buraya gönderin. Gebze'ye götürmeseydiniz” dedim. “Peki, gönderiyoruz” dediler. Bir saat sonra falan kamyonlar geldi ve şoför dedi ki, “Abi getirdik çadırları, nereye indirelim?” “Yok, indirme. Şimdi sen beni takip et. Adapazarı'na gideceğiz” dedim. Şoför kızdı, “Madem Adapazarı'na gidecektin, neden beni buraya kadar getirdin?” dedi. Neyse sonunda gittik Adapazarı'na, çadırları da oraya verdik. Bir sürü ev yıkılmıştı ve evsiz barksız insanların barınmasına bir katkı sağladı. 

N.S.: Ne güzel, elinize sağlık. Açık Radyo da yanınızdaydı o zaman değil mi?

İ.B.: Açık Radyo bence bu konuda her zaman çok duyarlı. Hem çevreye duyarlı, hem aktivist bir girişim. Sadece Türkiye'yi değil, dünyayı da yakından izleyen bir medya. Bağımsızlığı çok önemli, kar amacı gütmüyor. Siyasetten de bağımsız. Farklı konulara açık bir radyo, bütün farklılıklara da saygılı. Onun için ben Ömer'i ve Açık Radyo'yu çok takdir ediyorum yaptıklarıyla. 

İ.N.: Hepimiz öyle. Nerede Ömer, katılmıyor mu? 

N.S.: Dinliyordur eminim. 

D.T.: Size yolladığı notu bulup okuyayım hemen. 

İ.N.: “Sizi kim davet ediyor?” demiştir. 

D.T.: “Valla öyle devasa bir kadro var ki benimki ağır fazlalık olur. Hepinize bol selamlar ve sevgiler. Var olun.”

İ.N.: Ne güzel, sağolsun. 

A.A.: Sağolsun. 

D.T.: Ben de bir taraftan Gündüz’ü dahil etmeye çalışıyorum tabi, kusura bakmayın. Ahmet Bey, siz ekonomi dünyasından geliyorsunuz. Eğitim, gönüllülük ve sosyal girişim alanlarında da çok önemli katkılarınız var, bir öncüsünüz. Akademinin bilgeliğini sivil toplumun vicdanıyla buluşturan çok değerli konuklarsınız. Sizin de görüşlerinizi almak isteriz. 

A.A.: Hangi konuda? 

D.T.: Hem sizinle ilgili, hem radyoyla, hem de Ömer'le...

N.S.: Hem de aktivizimle ilgili. 

A.A.: O resimlerini gördüğüm insanlar bilir, onlar pek hayırlı laf etmeyecekleri için ben de fırsat vermeyeyim derim. 

D.T.: Ama siz birincisiniz bu arada yani en eski adalılık konusunda sizinle yarışamazlar. Ona hemen bir not düşelim isterseniz. 

A.A.: İbrahim'e sorsanız Ada’ya gitmemiştir bile, nerede olduğunu bilmez. 

İ.B.: Nereye gitmedim? 

A.A.: Adalara. 

İ.B.: Hangi adalara? 

A.A.: İşte bak, gördün mü? 

İ.N.: Karayip. 

A.A.: Karayip Adaları'na. 

D.T.: Efendim biz biliyoruz İbrahim Bey'in Adalı olduğunu. 

A.A.: Adalar çok keyifli yerlerdir. Aralarında en kıdemli olduğum doğru çünkü ben Adada doğdum zaten. Doğdum, Kınalıada’ya getirdiler beni. Bizim ailenin insanları, daha doğrusu baba tarafım, hepsi Ada doğumludur. Onun arkasında da ilginç bir hikaye vardır. Dedem Fazıl Ahmet Bey’i, Atatürk kuruluş yıllarında çeşitli memleketlere, ne olup ne bittiğini anlatması, taraftar kazanması için gönderirmiş. Bir sürü zaman gitmiş gelmiş, gitmiş gelmiş. Bir gün Atatürk çağırmış Fazıl Ahmet Bey’i, “Siz bu kadar iş yapıyorsunuz” demiş, “Devletin de parası yok size maaş vermeye. Siz Kınalıada'dan bir arsa seçin, alın, oraya bir ev yapalım, o sizin olsun” diye de eklemiş. Dedemin cevabı, “Yok efendim, öyle bir şey mi olur, devletimiz sağolsun” olmuş ve bu cevap ailenin içerisinde yıllarca onun hayırlı anılmasına sebep oldu.  

D.T.: Fakat Kınalıada'daki eviniz bakımlı ve çok iyi bir şekilde duruyor, korunarak bugüne kadar gelebilmiş çünkü Kınalıada’da mimarlık hafıza rotası yapmıştık ve sizin evin oradan başlamıştık. Şükürler olsun ki Adalar halen korunarak günümüze gelebilen son İstanbul. 

A.A.: O zamanlar hakikaten biz kendimizi çok ayrıncalıklı olarak gördük.  Diğer yerleri adadan saymayız. Bizim Ada çok eğlenceli bir yerdi. Mesela bakın, çok sıkça olan hadiselerden bir tanesini anlatayım; diyelim ki biz arkadaşlarla bir köşede oturuyoruz ve bir bakarsın babam koskoca Eşfak Aykaç Bey yanına bir iki tane arkadaşıyla geçer yanımızdan. Ellerinde de bir eşek vardır bağlı, eşeği götürürler ve arkadaşlardan birinin evinin dış kapısına bağlarlar, camlara ufak ufak taşlar atarlar. Adam gelir içeriden, kapıyı açmaya çalışır. Adam içeriden çeker, eşek dışarıdan çeker. Başlar küfretmeye. Bu en büyük eğlenceleriydi. Dolayısıyla benim sululuğum da oradan geliyor.  

İ.N.: Derya, hatırlatırsan sana bir gün vereyim çünkü edebiyat sayfalarına geçecek bir şiir yazmıştı İbrahim. Eminim onun kopyası İbo'da da, Ahmet'te de yok. 

Ahmet bir ara Büyükada'da bir ev almaya kalkışmıştı. İbrahim de ona müthiş bir şiir yazmıştı, onu ben saklıyorum. Bir gün Derya'ya vereyim de Ömer Madra da Ada ile ilgili programında okusun bir gün. 

D.T.: Şahane, harika olur. 

A.A.: Ama harika bir şiirdir o. Hakikaten çok harika bir şiir. 

İ.N.: Bende var onun kopyası, saklıyorum her şeyi. 

D.T.: Yaşa! Ona özel program yapalım lütfen. Gündüz çok üzülecek bunu kaçırdığına, niye bağlanamadı? Andrei belki telefonla bağlayabilir bizi. Peki, o bağlanana kadar benim bir sorum olacak; Adalar bizim gözümüzden altıyla üstüyle yani ormanları, doğal kültürel mirası, mimarlık mirası ve altındaki bütün habitatla beraber mercanları, deniz çayırlarıyla birlikte bir koruma alanı bölgesi ilan edilmesini istiyoruz ve bu doğrultuda çalışıyoruz. Son İstanbul olarak değerlendiriyoruz Adaları ve bunu korumak için çalışırken sizlerin de bu konudaki görüşlerini öğrenmek isteriz. 

A.A.: Dediğim gibi, ben diğer iki arkadaşıma nazaran çok daha eski bir Adalıyım. Ben gençliğimde, çocukluğumda 10 yaşından itibaren en yakın arkadaşım Yorgo adlı bir Rum arkadaşımdı. İkimiz de dalmaya çok meraklıydık. Bir tane dalma gözlüğümüz vardı, paletimiz bile yoktu. Bir de kendimiz inşaat demirinden zıpkın yapardık, sapan gibi ucuna da şampireli bağlayıp balık vurmaya giderdik. Her sabah, yazın çoğunlukla iskelede buluşurduk saat 09:00'da ve her gün adayı yürüyerek dolanırdık. Yürüyoruz, dalıyoruz, istiridye topluyoruz, midye topluyoruz, balık vuruyoruz, elalemin bahçesinden armut ve elma çalıyoruz… Adayı dolanırdık ve kendi kendimizi doyururduk. O zamanlar o adanın suları pırıl pırıldı. O zamanlar tüp falan yok tabii, ciğerlerimizle dalıyoruz. 10-12 metreye kadar inebiliyorduk. Başta söylediğiniz gibi, rengarenk, envai çeşit balığın dolandığı güzelim bir yerdi o Kınalıada'nın etrafı. Şimdi Haydarpaşa Garı'nın önünde olan dalgakıranlar bizim Kınalı'dan aldıkları taşlarla yapılmıştı. O zaman bayağı zarar vermişlerdi suyun dibine, karaya verdikleri gibi…. Onun dışındaki yerler harika güzeldi. En son galiba herhalde 8-10 sene önce Ada’ya bir gittiğimde daldım ve o eski su ile hiçbir benzerlik yok. Bir kere suyun üstünde giderken dibini göreyim de dalayım deseniz, hiçbir şey görmüyorsunuz zaten yani belirli bir yerin altındaki su bulanık. Bu bahsettiğim de müsilaj falan dediğimiz hadiselerden önceydi. 

D.T.: Tabii bir de o var. Şimdi iyi ki dalmıyorsunuz ama belki de bu gerçeği de görmek gerekiyor. Onun için de neler yapmamız gerektiğini yeniden konuşarak bu koruma alanı için ısrarcı olmamız gerekiyor. Sanırım Gündüz bağlandı. Gündüz? 

Gündüz Vassaf: Evet, merhaba. 

D.T.: Yaşa, hoşgeldin. Biz epey kulaklarını çınlattık. Son birkaç dakikamız kaldı ve sözü sana verelim istiyoruz. 

G.V.: Bir adam ıssız adaya düşmüş, bir tapınak yapmış, sonra ikincisini yapmış. Başka bir adam adaya düşmüş, sormuş, niçin iki tane tapınak olduğunu sormuş. “Buna giderim, öbürüne asla gitmem” demiş. Ben burada telefon, bilgisayar, hepsi, iki tapınak, üç tapınak arası gittim geldim ancak Ömer'in tapınağına şimdi geldim. Beni kabul ettiniz ama zamanım doldu maalesef. 

D.T.: Yok yok, var daha zamanımız. Uzatıyor birazcık Andrei, torpil geçecek.  

G.V.: Evet, teşekkürler. 

A.A.: Ama Derya Hanım, Adalar dediğiniz vakit iki türlü şey var; biri, Adalarda yaşayan insanların yaptığı tahribat. Adaların dışında zaten karşı sahillerde ta İzmit Körfezi'nden itibaren Marmara'nın genel kirlenmesi var. Bir tanesini yani Adalarda yaşayanların neyi, nasıl yaptıklarının üzerine gitmek daha kolay. Marmara'nın tamamının üzerine de gidilmesi lazım ama o tabi Adalardan bir hayli daha zor. 

N.S.: Marmara'yı halletmeden Adaları da halletmek tek başına çok zor 

A.A.: Zor ama yani hiç değilse fark edecek bir şey çünkü bizim dört tane adanın dışında yanı başında Sivriada ve Yassıada var. Onun arkasında Çanakkale'ye doğru gittiğiniz vakit Marmara adaları var. O adaların sistemlerini de ele almakta fayda var çünkü onların kattığı pislik daha çabuk halledilebilecek bir şey.  

D.T.: Sinyal geldi, bitirmemiz gerekiyormuş.  

İ.N.: Muhakkak bir program daha yapalım.  

D.T.: Harikasınız. Sizden böylece söz almış olduk. Uygun görürseniz kapanış için Gündüz'e bir söz vermek isterim. Gündüz, sen yokken programın başında apacık aktivizm ruhuyla 30 senedir devam eden bir ses aktivizminden bahsettik. Lütfen sen bitirebilir misin? 

G.V.: Peki, genellikle kale almadığımız Adalar Belediyesi’ni korumak lazım. Bugünlerde hallaç pamuğu gibi atılırken fon bulabilirsek, bizim bulduğumuz fonlar doğrultusunda belediyenin yapabileceği çok şey var. Belediyeye sahip çıkmalıyız, o günlerden geçiyoruz Türkiye'de. 

D.T.: Ama Adalar koruma planlarına belediyenin de sahip çıkması kaydıyla? 

G.V.: Yaptırabileceğiniz kadar. Elimizdeki bütün olanakları bu koşullarda kullanmak lazım, ötekileştiremeyiz. 

D.T.: Evet, bitiriyoruz, sohbete doyamadık, çok çok teşekkür ederiz. İbrahim Betil, İlhan Nebioğlu, Ahmet Aykaç ve Gündüz Vassaf… Sağolun, var olun. Nice senelere. Hoşçakalın!

N.S.: ‘Adalar hepimizin’ diyoruz.